Felsefe

  • 29 Mar

    21. Yüzyıla Hazırlanmak

    Paul Kennedy

    18. yüzyılda Avrupa’da ortaya çıkan devrimci eğilimler ve hareketler, mevcut sistemlerin yapısal değişiklik ihtiyacını gidermekten ziyade, insanların daha iyi şartlara kavuşma arzusu doğrultusunda güç kazanmıştır. Bu durum Fransa’da 1789 ihtilalini getirmiş, İngiltere ve Çarlık Rusya’sında ise kanlı bir biçimde bastırılmıştır. Avrupa’daki bu gelişmelerin kökünde özellikle büyük şehirlere olan kırsal göç ve hızlı nüfus artışının olduğunu 18. yüzyıldaki bazı nüfus istatistiklerinden anlamak mümkündür.

    Tüm Avrupa nüfusu (Rusya dahil) 1650’de 100 milyon iken 1750’lerde 170 milyon ve 1800’lerde 200 milyonun üzerine çıkmıştır. Nüfustaki bu hızlı artışın temel nedenleri özellikle aşı tekniklerinin kullanımı ile ölüm oranlarının hızla düşmesi, beslenme yapısının gelişmesi ve kadınların daha genç evlenmeleridir. Bu artış mevcut kaynaklar üzerinde ağır bir baskı oluşturmuş ve bu durum Thomas Robert Malthus’un “Nüfus Üzerine Çalışmalar” adlı eserinde oldukça net bir şekilde şu ifadeye kavuşmuştur.

    “Nüfusun büyüme hızı, yeryüzündeki kaynakların insan kullanımına sunulması hızından fazladır”.

    Malthus pessimist bir yaklaşımla nüfus artışının, giderek toplu açlık ve yoksulluk, kitle hastalıkları ve toplu ölümlere neden olacağını bunun da toplumsal yapının yok olmasına neden olacağını ifade etmektedir. Oysa bir kısım optimist yazarlara (Godwin, Condorcet) göre, bazı şeylerdeki anlık kötüye gidiş, insan kalitesinin yükselmesi, bilgiye sahip olma ve bireysel üreticilik anlayışlarının gelişmesiyle yerini suçtan ve hastalıktan arınmış, daha eşit ve sağlıklı bir gidişata bırakacaktır.

    En içten sevgi ve saygılarımla,
    Uğur Yüce

    By admin Felsefe Politika
  • 16 Mar

    Hakikat – Ali H. Üstay

    ALİ H. ÜSTAY

     

    Değerli Dostum,

    Yıllardır, merak ediyorum, düşünüyorum, araştırıyorum. Varoluşta, neler oldu, neler oluyor, sonra neler olacak diye?
    Gördüm ki, insanoğlu bir türlü rahat değil, hep kavga ediyor. Nedenini düşündüm, herkesin kendi doğrusunu gerçek gördüğünü, onu savunduğunu gördüm.

    Bazen bu savunmanın, ölümü bile göze alacak boyutlara gittiğini, Adem’in oğullarından başlayıp, Haçlı seferlerinden Taliban’a, intihar timlerine ulaşabildiğini gördüm. Fikir ayrılıklarının, menfaat çatışmalarına, silahlı çatışmalara ulaşabildiğini gördüm.
    Taraflar oluştuğunu, bölücülüğün kol gezdiğini, herkesin ayrı doğruları olduğunu, üstelik esasların yerine şekilciliğin sevgi ve hoşgörü yerine öfke ve bağnazlığın, geçebildiğini gördüm. Aklımızı öne çıkarıp, sevgiyi geri planda bıraktığımızı gördüm.
    Analitik eğitim almış olmam, mühendis olmam nedeni ile, işin aslı nedir diye, bilimsel yoldan olayı anlamaya çalıştım.
    Birçok, birbirine ters, ancak hepsi de gerçek çıktı ortaya! Aradığım hakikati bulamadım. Sonra bilimsel olmayan yoldan medet umdum. O, inanılmaz çıktı. Hatta inanılmazın da inanılmazı, … Muhteşem!

    Bilimsel olarak gelinen yere bakınca, bilim ile izah edilemeyen müthiş bir hakikatin bilimi de içine aldığını gördüm.
    Yetmişime yaklaşırken, gelebildiğim noktadan özet görüşlerim ile bazı düşüncelerimi ve lütfedilen bir işareti sizlerle paylaşmak istedim.

    Saygılarımla,
    Ali H.ÜSTAY

    ​Ekler:
    1)Bilimsel özet
    2)Bilimsel olmayan özet
    3)Bazı düş ünceler…Gerçekler ile hakikat aynı şey midir?
    4)Bilgi hakkında bazı düşünceler
    5)Avcılık merakım, Hakikat avcılığ ına dönüşüyor!
    6)“Bilimsel değilse, inanmam” diyenlere selam olsun!
    7)Bilimsel uyanışlar – Hayaller
    8)Neler olacak? (Bilimsel ve bilimsel olmayan)
    9)Sözün özü
    10)Bir işaret var

1 2