Politika

  • 11 Mar

    Bir Ekonomi Tetikçisinin İtirafları

    John Perkins

    Ekonomi tetikçisi olarak bizlerin amacı küresel imparatorluk kurmaktır. Bizler, diğer ülkeleri şirketlerimizin, hükümetimizin, bankalarımızın, kısacası benim şirketokrasi diye adlandırdığım kurumsal yapının kölesi haline getirmek için uluslararası finans kuruluşlarını kullanan elit bir grubuz. Mafyanın yaptığı iyilikler gibi Ekonomi Tetikçileri de görünüşte bazı iyilikler yapar. Örneğin elektrik santralleri, otoyollar, limanlar, havaalanları, teknoparklar gibi altyapı hizmetleri için borç temin ederler. Bu borçların ön koşulu, bütün bu projelerin Amerikan inşaat ve mühendislik firmaları tarafından gerçekleştirilmesidir. Aslında paranın çoğu Amerika’yı hiç terk etmez; yalnızca Washington’daki bankalardan New York, Houston veya San Francisco’daki mühendislik firmalarına transfer edilir.

    Para hiç vakit geçirmeden şirketokrasi üyesi şirketlere (kreditörlere) döndüğü halde borçlu ülkenin anapara artı faizin tamamını ödemesini isteriz. Eğer Ekonomi Tetikçisi çok başarılı ise borç tutarı o kadar büyük olur ki birkaç yıl sonra borçlu ülke ödemeleri aksatır. Bu olduğunda biz de mafya gibi diyetini isteriz.
    Birleşmiş Milletler’de Amerika’nın isteği doğrultusunda oy verme, askeri üs kurma veya petrol gibi değerli kaynaklara el koyma şeklinde olabilir bu diyet. Buna rağmen borçlunun borcu devam eder. Böylece küresel imparatorluğumuza bir ülke daha eklenmiş olur.

    2004 itibariyle 3. Dünya ülkelerinin borç toplamı 2.5 trilyon dolara, yıllık faiz ödemeleri de 3.75 milyar dolara yükselmiştir. Bu tutar, tüm 3.Dünya ülkelerinin sağlık ve eğitim harcamaları toplamından fazla, aldıkları dış yardımın da 20 katıdır. Yine bu ülkelerde nüfusun en üst yüzde biri, ülkelerinin mali kaynaklarının ve gayrımenkullerinin %70 ila %90’ına sahiptir. Bu çağdaş imparatorluğun sinsiliği, Romalı askerleri, İspanyol fatihlerini (konkistador), 18-19 uncu yy Avrupalı sömürgecilerini fersah fersah geride bırakır. Biz Ekonomi Tetikçileri kurnazızdır. Bizler tarihten ders aldık. Kılıç taşımayız, zırh-üniforma giymeyiz. Ekuador, Nijerya, Endonezya gibi ülkelerde yerli öğretmenler veya esnaf gibi giyiniriz. Washington ve Paris’te bürokratlara ve bankerlere benzeriz. Proje mahallerini gezer, yoksul köyleri dolaşırız. Yerel basında ne kadar hayırlı işler yaptığımızdan söz ederiz. Yasadışı bir şeye tevessül ettiğimiz pek nadirdir. Zira sistem aldatmacaya dayansa da tanım olarak yasaldır.

  • 10 Mar

    Küresel Boyutuyla Kurumsal Yönetim Analizi

    Ulrich Steger

    Genel olarak bakıldığında, Swissair’ın kurumsal yönetim yapısı mükemmel görünüyordu. Yönetim Kurulu, başarıları kanıtlanmış deneyimli sanayici ve bankacılardan oluşuyordu. Tüm görevler detaylandırılarak tanımlanmış, şirketin “Kurumsal Yönetim İlkeleri” çerçevesinde ve bütün komitelerinde benimsenmişti.

    Swissair, değişen pazar koşullarıyla birlikte bir takım ikilemler yaşamaya başladı. Avrupa Birliğinin havacılık sektöründe kontrol mekanizmasını yeniden yapılandırmasıyla gelişen pazarda sıkışabilme olasılığı yaşadığı ikilemlerden biriydi. Bir diğer ikilem ise, Swissair’ın küresel bir oyuncu olabilmesi için çok küçük, herhangi bir uçuş firması olabilmesi için engel teşkil eden büyük ve gururlu yapısıydı.

    Yönetim, Swissair’ın pazar içerisindeki konumunu günün koşulları çerçevesinde değerlendirerek stratejisini “agresif satın alma” (Hunter – Avcı Stratejisi) olarak oluşturdu ve arka arkaya firma bazında farklılık gösteren değişen oranlardaki ortaklık paylarıyla şirket evlilikleri gerçekleştirdi.

    2000 yılı itibariyle bu şirketlerin zarar açıklamalarına ve yüksek yakıt maliyetleri ile yeniden yapılanma maliyetlerinin finansal stres yaratmasına karşın, Yönetim Kurulu Başkanı üyelerini Hunter – Avcı Stratejisi ile devam etmeye ikna etti. Bu karar Swissair’ın Ocak 2001 de 2,9 milyar CHF zarar açıklaması, on yönetim kurulu üyesinden yedisinin istifası ile sonuçlandı. 11 Eylül saldırısı ardından sektörün küresel anlamda zarar görmesiyle Swissair, likiditesini tamamen kaybederek 1 Ekim de biletli 40.000 yolcusunu uçuramadan tüm filosunu yere indirdi. Bu durum güvenilirliğine ve verimliliğine son derece inanılan Swissair’ın şok etkisi yaratarak Avcı Stratejisinin bir diğer mimarı başka bir Yönetim Kurulu üyesinin daha istifası ile sonuçlandı.

  • 09 Mar

    Küreselleşme Nasıl İyileştirilebilir?

    Joseph Stiglitz

    Küreselleşme dünya ülkelerini ve halklarını birbirine bağımlı tek bir toplum haline getirmektedir.Bu yüzden düşünce ve davranışlarımız da küresel olmalıdır.
    Küreselleşme birçok şeyi içerir: fikirlerin ve bilginin uluslar arasında akışını, kültürlerin paylaşımını, küresel sivil toplumu ve küresel çevre hareketini.Ancak burada ekonomik küreselleşme, yani, ürün ve hizmetler, sermaye, hatta işgücü hareketlerinin artmasıyla dünya ülkelerinin daha yakın entegrasyonu ele alınacaktır.

    1990’larda küreselleşme coşkuyla karşılanmıştı. 1990’dan 1996’ya, gelişmekte olan ülkelere sermaye girişi altı yılda altı kat artmıştı. 1995’te yarım asırdır beklenen Dünya Ticaret Örgütü’nün (DTÖ) kurulması, uluslar arası ticarete hukuk kuralları getirecekti. Hem gelişmiş, hem de gelişmekte olan ülkeler, herkes kazançlı çıkacaktı.

    Aralık 1999’da Seattle’da, daha ileri liberalleşmeye yönelik yeni bir ticaret müzakeresi başlamak üzereyken küreselleşme karşıtı ilk büyük protestoların sahneye konması, açık pazarları savunanlar için tam bir sürpriz oldu. Küreselleşme, dünyanın çeşitli yerlerinden insanları küreselleşmeye karşı birleştirmeyi başarmıştı. Amerika’daki fabrika işçileri, Çin rekabeti yüzünden işlerinin tehdit altında olduğunu görüyordu. Gelişmekte olan ülkelerdeki çiftçiler, Amerika’nın yüksek sübvansiyonlu mısır ve diğer ürünleri yüzünden mahsulünü satamadığını görüyordu. Avrupa’daki işçiler büyük mücadelelerle elde ettikleri hakların küreselleşme adına ellerinden alındığını görüyordu. AIDS’li hastalar yeni ticaret anlaşmalarının ilaç fiyatlarını adamakıllı yükselttiğini görüyordu. Çevreciler doğal mirasımızı korumaya yönelik kanunların küreselleşme ile çiğnendiğini görüyordu. Kendi kültürel mirasını korumak ve geliştirmek isteyenler küreselleşmenin buna engel olduğunu görüyorlardı. Protestocular, küreselleşmenin herkesin yararına olacağı iddiasını kabul etmiyorlardı.

  • 08 Mar

    Siyasi Düzenin Kökenleri

    Francis Fukuyama

    Francis Fukuyama;
    Japon asıllı bu profesörü ben 1989 yılında yayınladığı “Tarihin Sonu” (The end of History) isimli makalesi ile tanımış idim. Bilahare aynı isimli kitabı da çıktı.
    Sosyal Bilimlerin, katkı için Fen Bilimlerine bakmadığını düşünen Fukuyama “Siyasi Düzenin Kökenleri” isimli bu kitabında biyoloji ve Antropoloji’den yola çıkıyor.
    Çok ilginç bir kitap, mutlaka okunmalı.

    John Hopkins ve Stanford Üniversitelerinin en değerli iki Enstitüsünde halen faal olarak çalışan Fukuyama 1952 Doğumlu. Sayısız eser ve ünvan sahibi.
    Bana sakın, 55 sayfa özet mi olur demeyin. Sırf uzun olduğu için, bir bayram tatili öncesinde yolluyorum. Okumaya vaktiniz olmadığını söyleyemeyesiniz diye. (Ayrıca kitap 556 sayfa)
    Bu şimdilik I. Cilt’in özeti. Allah sağlık verirse ve II. cildi piyasaya çıkarsa onu da özetle tercüme edip yollayacağım.

    Bu vesile ile Kurban Bayramınızı Kutlar,
    En İçten Sevgi ve Saygılarımla Sunarım.

    Uğur Yüce

  • 07 Mar

    Devran

    Süleyman Demirel

    Tüm tarih boyunca siyasetin ve hukukun temel ilke ve değerlerini belirlemiş olanların filozoflar olduğunu dikkate aldığımızda, özellikle demokratik rejimlerde siyaset, felsefenin hayata geçirilmesi olarak tanımlanabilmektedir.

    Dünyada 192 devlet var. Bu 92 devletin içinde 140’tan fazlası, bugün demokrasiyi kabullenmiş durumda.

    Aslında dünya kurulduğundan beri insanlar, “yönetenler” ve “yönetilenler” diye ikiye ayrılıyor. Yönetenlerle yönetilenler arasındaki münasebetleri tesis ederken, demokrasi olayına geliyoruz.Yönetenler, daima kudreti kendilerinde bulmuşlar ve bu kudretin kaynağı olarak kendilerini saymışlardır. Ne zaman ki kudretin kaynağı, yönetenlerden çıkıp yönetilenlere intikal etti, o zaman, bu demokrasi konuşulur hale gelmiştir.

    Cumhuriyet’le demokrasi ayrı ayrı şeylerdir. Demokratik Cumhuriyet, çok anlamlı bir kelimedir. Cumhuriyetimiz olabilir; yalnız, bunun demokratik nitelikleri haiz olması lazımdır. O zaman, “Demokratik Cumhuriyet”tir.

    Türkiye, tek partili rejimden çıktıktan sonra, 15 tane seçim yapmayı başarabilmiştir. Bunu çok önemserim. Yani bütün bu olup bitenlere rağmen, Türkiye’nin, başı suyun üzerinde tutabilmiş olmasını çok önemserim.

  • 06 Mar

    Acil Durum

    Patrick J. Buchanan

    Ünlü tarihçi Arnold Toynbee’ye göre uygarlıklar, çağın büyük krizlerine çözüm buldukları zaman gelişiyorlar, çare bulunamadığı zaman yok olup gidiyorlardı.
    Roma imparatorluğunun çöküşünü ve barbar saldırılarını takiben Katolik kilisesi halkı yeni bir din altında toplayarak çağın krizi olan dağınıklık ve kargaşayı ortadan kaldırmıştı. Böylece yeni bir uygarlık ve kültür doğmuş, Hıristiyanlık tarihi başlamıştı.

    On beşinci yüzyıldan yirminci yüzyıla kadar dünya tarihini Batı yazdı.Avrupa’nınHıristiyan ülkelerinden gelen kaşifler, misyonerler, fatihler, sömürgeciler 20.yy‘a kadar neredeyse tüm dünyaya hükmetti.Fakat Batı’nın da artık devri kapanmaya başlamıştı.

    İlk çöken İspanya İmparatorluğu oldu.Bunu 1918’e kadar Alman, Avusturya – Macaristan ve Rus İmparatorlukları izledi.2. Dünya Savaşı İngiliz ve Fransız İmparatorluklarına kan kaybettirdi.30 yıl içinde Avrupa’nın Asya ve Afrika’ dan gerisin geri çekilişi tamamlanmıştı.

    1989-1991 arasında Sovyet İmparatorluğu çökerek on beş parçaya ayrıldı.Bunların yarısı daha önce hiç var olmayan Müslüman devletlerdi.Şimdi ise bir zamanlar Batı’nın hükmettiği Afrikalı, Asyalı, Müslüman ve hispanik halklar Batı’yı istila ediyor.

    Toynbee’nin etki-tepki kavramından yola çıkarsak, bugün batı uygarlığının krizi üç acil ve ölümcül tehlikeden oluşmaktadır: azalan nüfus, parçalanan kültürler, karşı konamayan göçler.

    Tarih tekerrürden ibarettir.Roma imparatorluğu İspanya’dan Kudüs’e, oradan Kartaca’ya yayılınca fethedilen ülkelerin halkları imparatorluk başkentine aktı.Roma imparatorluğunun tüm kültürlerini ve inançlarını barındıran, çeşitli dillerin konuşulduğu bir şehir oldu.Fakat bu gelen yabancıların Roma dinine inancı, Roma geleneklerine saygısı ve Roma kültürüne sevgisi yoktu.Tıpkı Roma’nın barbarları fethettiği gibi, barbarlar da Roma’yı fethetmişti.Ve böylece karanlık çağ başlamış oldu.

  • 05 Mar

    Savaş Devleti

    James Risen

    Başkan George W. Bush, telefonu öfkeyle kapatarak babası eski başkan George Herbert Walker’la aralarındaki gergin konuşmaya son verdi. Yıl 2003’tü. Amerika’nın kırk birinci ile kırk üçüncü başkanları arasındaki münakaşa, baba ile oğul arasında uzun süredir devam eden sürtüşmenin doruk noktasıydı. Baba Bush oğlunun yönetim tarzından memnuniyetsizliğini dile getiriyordu. Savunma Bakanı Donald Rumsfeld ve yandaşı yeni muhafazakar (neo-convervative veya kısaca neo-con) ideologların dış politikayı etkilemelerine izin verdiği ve Dışişleri Bakanı Colin Powell gibi ılımlıların tavsiyelerini kulak arkası ettiği için oğluna kızıyordu. Başka bir deyişle, George Bush’un kendi babası halkın endişelerini paylaşıyordu.

    Baba-oğul münakaşası, başkan Bush’un Amerikan dış politikasının merkezci geleneklerinden ne kadar saptığının bir göstergesiydi. İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana dış politika ve milli güvenlik, Amerika Başkanlarının tedbirli pragmatizmle yaklaştığı alanlar olmuştu. Savaş ve barış meselelerinde hem liberal Demokratlar, hem de muhafazakar Cumhuriyetçiler, politik veya ideolojik nedenlerle ani ve hesapkitapsız eylemlerin ne kadar tehlikeli olabileceğinin farkındaydılar. Amerika’nın dünyadaki konumuna ilişkin katı tutumlarıyla tanınan Reagan ve Kennedy bile Amerikan askerlerine zarar verecek bir eyleme kalkışmadan önce sükunetle ve enine boyuna konunun muhasebesini yaparlardı.

    Baba Bush bu gelenekle büyümüş ve başkan olarak da benimsemişti. 1991’de Irak Savaşı’nı başlatması ancak Irak Kuveyt’e girdikten ve uluslararası koalisyonun geniş desteğini sağladıktan sonra olmuştu. Savaşın tek amacı olan Kuveyt’in kurtarılmasını takiben Amerikan askerlerini durdurmuş, Saddam’ı devirmek üzere Bağdat’a yürümemişti.

  • 03 Mar

    Yanlış Giden Ne Oldu

    Bernard Lewis

    Bernard Lewis Batı’nın en büyük Yakındoğu tarihçisi ve yorumcusudur. Orta Doğu (The Middle East) ve Tarihte Araplar (The Arabs in History) gibi kitapları Bölgeyi ve insanlarını anlamak isteyen herkesin okuması gereken kitaplardır. Şimdi Lewis Yanlış Giden Ne Oldu ?’yu (What Went Wrong)sunmaktadır; İslam’ın beş altı asır öncesindeki bilimsel liderliğinden, günümüzün sadece görünüşte çağdaş olan “yoksul, zayıf ve bilgisiz” çirkin tiranlıklarının hüküm sürdüğü bir konuma nasıl düştüğünü incelemektedir.

    Yüzyıllarca İslam, dünyanın en büyük, en açık, en aydınlık, en güçlü uygarlığı olmuştu. Sonra her şey değişti, küçümsenen Batı, önce savaş alanında, sonra ekonomik alanda ve nihayet özel ve toplumsal yaşamın hemen her alanında zafer üstüne zafer kazandı.

    Giriş ve Sonuç Bölümleri dışında yedi bölümden oluşan eserinde Bernard Lewis,Arap-Avrupa etkileşiminin, askeri, ekonomik, kültürel boyutlarının bir zaman dizinini ortaya koymaya çalışmaktadır. En dramatik geriye gidiş bilimde gerçekleşmiş olmalı, demektedir. “Mürit olanlar şimdi öğretmen oldular, üstad olanlar öğrenci oldular, genelde isteksiz ve gücenik öğrenciler.”

    Günümüzün Arap ülkeleri içinde bulundukları kötü durum nedeniyle Batı emperyalizminden Yahudilere kadar uzanan birçok dış suçluyu kınamaktadırlar. Buna karşın Lewis ne diyor? 11 Eylül’ün tarihi arka yüzünü anlamak isteyen herkesin bu kitabı veya en azından bu özeti okumaları çok yararlı olacaktır.

  • 01 Mar

    Yükselen Kremlin

    Peter Baker & Susan Glasser

    Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Batı tarzı demokrasi ve piyasa ekonomisine doğru yönlenen Rusya’nın günümüzdeki devlet başkanı Putin ve yarattığı Rusya’yı mercek altına alan bu kitapla, ülkenin belirsiz geleceği hakkındaki tartışmalar ve Amerika’yla olan ilişkileri açısından inceleyen bir çalışma sunmayı amaçladık. Rusya’da kaldığımız süre boyunca ülkeyi anlamamızı sağlayacak birçok farklı kesimden insanlarla tanışıp görüşme imkanımız oldu ve bu da kitabın gayet kapsamlı olmasını sağladı. Kitap, Kremlin’in Putin projesinin beklenmedik sonuçlarından biri olan masum çocukların katledildiği Beslan’la başlayıp Beslan’la bitiyor. Genel olarak Putin’in Rusya’sı ve Kremlin’in yükselişine geniş bir bakış açısıyla yaklaşıyor. Ayrıca Putin’in kariyerindeki dönüm noktalarından, Kursk denizaltısının batma felaketine, Putin’in ülkenin tek bağımsız televizyon kanalını ele geçirmesinden 2003 ve 2004’te yapılan gözetimli seçimlere kadar birçok konuyu ele alıyor. Ancak bu kitap sadece politika üzerine olmaktan çok Rusya’nın “haliyeti ruhiye”sini ortaya koymaya çalışıyor. İnsanların çoğunun siyasetle ilgilenmediği, yetmiş yıldır tek partili sistem nedeniyle hangi görüşten olursa olsun siyasi partilerin güven vermediği bir ortamda son yıllarda yeşeren mütevazı ama somut ekonomik gelişmeler halkın çoğunu en azından Putin taraftarı yapmaya yetebilmesi üzerinde duruyor. Çeçenistan savaşından ve savaş suçlarından bahsederken bir yandan da Moskova’nın değişen yüzüne ayna tutuyor.

    1991 Ağustosunda radikal Komünistlerin başarısızlıkla sonuçlanan ve Sovyetler Birliğinin parçalanma devinimini tetikleyen darbe girişimi üzerinden tam olarak on yıl geçmişti. Bundan böyle Rusya, on yıl boyunca hayatlarını acıklı şekilde değiştiren, Sovyet dönemi sonrası gerçeklerle yüzleşmeye çalışan koca bir aile gibiydi. Bazıları için yeni umutlar, geniş ufuklar ve iştah kabartan fırsatlar oluştu. Ancak eski bir sistemin yıkıntıları arasında ayakta kalmaya çalışan büyük çoğunluk, oldukça küçük bir kesimin yakaladığı fırsatları birer masal gibi dinlemekten öteye gidemedi.

    <>Sovyetlerin dağılma sürecinde Doğu Almanya’da gizli görevler üstlenmiş eski bir KGB ajanı, Rusya’nın Devlet Başkanı olmuştu. Başlangıçta ağzından demokrasi sözü eksik olmayan, fakat bir yandan da tüm demokratik kurumları yerle bir etmeye hazırlanan Vladimir Putin hakkında çok az sayıda insan bir şeyler biliyordu. Sovyetler dönemi sonrası geçen çalkantılı ilk on yıl sonrasında, Rusya’nın nereye doğru ilerlediğini ise neredeyse kimse bilmiyordu. Ekonomik krizlerle dolu, sarhoş Boris Yeltsin dönemi sona ermiş, Putin dönemi başlamıştı.

    Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Batı tarzı demokrasi ve piyasa ekonomisine doğru yönlenen Rusya’nın günümüzdeki devlet başkanı Putin ve yarattığı Rusya’yı mercek altına alan bu kitapla, ülkenin belirsiz geleceği hakkındaki tartışmalar ve Amerika’yla olan ilişkileri açısından inceleyen bir çalışma sunmayı amaçladık. Rusya’da kaldığımız süre boyunca ülkeyi anlamamızı sağlayacak birçok farklı kesimden insanlarla tanışıp görüşme imkanımız oldu ve bu da kitabın gayet kapsamlı olmasını sağladı. Kitap, Kremlin’in Putin projesinin beklenmedik sonuçlarından biri olan masum çocukların katledildiği Beslan’la başlayıp Beslan’la bitiyor. Genel olarak Putin’in Rusya’sı ve Kremlin’in yükselişine geniş bir bakış açısıyla yaklaşıyor. Ayrıca Putin’in kariyerindeki dönüm noktalarından, Kursk denizaltısının batma felaketine, Putin’in ülkenin tek bağımsız televizyon kanalını ele geçirmesinden 2003 ve 2004’te yapılan gözetimli seçimlere kadar birçok konuyu ele alıyor. Ancak bu kitap sadece politika üzerine olmaktan çok Rusya’nın “haliyeti ruhiye”sini ortaya koymaya çalışıyor. İnsanların çoğunun siyasetle ilgilenmediği, yetmiş yıldır tek partili sistem nedeniyle hangi görüşten olursa olsun siyasi partilerin güven vermediği bir ortamda son yıllarda yeşeren mütevazı ama somut ekonomik gelişmeler halkın çoğunu en azından Putin taraftarı yapmaya yetebilmesi üzerinde duruyor. Çeçenistan savaşından ve savaş suçlarından bahsederken bir yandan da Moskova’nın değişen yüzüne ayna tutuyor.

    1991 Ağustosunda radikal Komünistlerin başarısızlıkla sonuçlanan ve Sovyetler Birliğinin parçalanma devinimini tetikleyen darbe girişimi üzerinden tam olarak on yıl geçmişti. Bundan böyle Rusya, on yıl boyunca hayatlarını acıklı şekilde değiştiren, Sovyet dönemi sonrası gerçeklerle yüzleşmeye çalışan koca bir aile gibiydi. Bazıları için yeni umutlar, geniş ufuklar ve iştah kabartan fırsatlar oluştu. Ancak eski bir sistemin yıkıntıları arasında ayakta kalmaya çalışan büyük çoğunluk, oldukça küçük bir kesimin yakaladığı fırsatları birer masal gibi dinlemekten öteye gidemedi.

    Sovyetlerin dağılma sürecinde Doğu Almanya’da gizli görevler üstlenmiş eski bir KGB ajanı, Rusya’nın Devlet Başkanı olmuştu. Başlangıçta ağzından demokrasi sözü eksik olmayan, fakat bir yandan da tüm demokratik kurumları yerle bir etmeye hazırlanan Vladimir Putin hakkında çok az sayıda insan bir şeyler biliyordu. Sovyetler dönemi sonrası geçen çalkantılı ilk on yıl sonrasında, Rusya’nın nereye doğru ilerlediğini ise neredeyse kimse bilmiyordu. Ekonomik krizlerle dolu, sarhoş Boris Yeltsin dönemi sona ermiş, Putin dönemi başlamıştı.

    Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Batı tarzı demokrasi ve piyasa ekonomisine doğru yönlenen Rusya’nın günümüzdeki devlet başkanı Putin ve yarattığı Rusya’yı mercek altına alan bu kitapla, ülkenin belirsiz geleceği hakkındaki tartışmalar ve Amerika’yla olan ilişkileri açısından inceleyen bir çalışma sunmayı amaçladık. Rusya’da kaldığımız süre boyunca ülkeyi anlamamızı sağlayacak birçok farklı kesimden insanlarla tanışıp görüşme imkanımız oldu ve bu da kitabın gayet kapsamlı olmasını sağladı. Kitap, Kremlin’in Putin projesinin beklenmedik sonuçlarından biri olan masum çocukların katledildiği Beslan’la başlayıp Beslan’la bitiyor. Genel olarak Putin’in Rusya’sı ve Kremlin’in yükselişine geniş bir bakış açısıyla yaklaşıyor. Ayrıca Putin’in kariyerindeki dönüm noktalarından, Kursk denizaltısının batma felaketine, Putin’in ülkenin tek bağımsız televizyon kanalını ele geçirmesinden 2003 ve 2004’te yapılan gözetimli seçimlere kadar birçok konuyu ele alıyor. Ancak bu kitap sadece politika üzerine olmaktan çok Rusya’nın “haliyeti ruhiye”sini ortaya koymaya çalışıyor. İnsanların çoğunun siyasetle ilgilenmediği, yetmiş yıldır tek partili sistem nedeniyle hangi görüşten olursa olsun siyasi partilerin güven vermediği bir ortamda son yıllarda yeşeren mütevazı ama somut ekonomik gelişmeler halkın çoğunu en azından Putin taraftarı yapmaya yetebilmesi üzerinde duruyor. Çeçenistan savaşından ve savaş suçlarından bahsederken bir yandan da Moskova’nın değişen yüzüne ayna tutuyor.

    1991 Ağustosunda radikal Komünistlerin başarısızlıkla sonuçlanan ve Sovyetler Birliğinin parçalanma devinimini tetikleyen darbe girişimi üzerinden tam olarak on yıl geçmişti. Bundan böyle Rusya, on yıl boyunca hayatlarını acıklı şekilde değiştiren, Sovyet dönemi sonrası gerçeklerle yüzleşmeye çalışan koca bir aile gibiydi. Bazıları için yeni umutlar, geniş ufuklar ve iştah kabartan fırsatlar oluştu. Ancak eski bir sistemin yıkıntıları arasında ayakta kalmaya çalışan büyük çoğunluk, oldukça küçük bir kesimin yakaladığı fırsatları birer masal gibi dinlemekten öteye gidemedi.

    Sovyetlerin dağılma sürecinde Doğu Almanya’da gizli görevler üstlenmiş eski bir KGB ajanı, Rusya’nın Devlet Başkanı olmuştu. Başlangıçta ağzından demokrasi sözü eksik olmayan, fakat bir yandan da tüm demokratik kurumları yerle bir etmeye hazırlanan Vladimir Putin hakkında çok az sayıda insan bir şeyler biliyordu. Sovyetler dönemi sonrası geçen çalkantılı ilk on yıl sonrasında, Rusya’nın nereye doğru ilerlediğini ise neredeyse kimse bilmiyordu. Ekonomik krizlerle dolu, sarhoş Boris Yeltsin dönemi sona ermiş, Putin dönemi başlamıştı.

    Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Batı tarzı demokrasi ve piyasa ekonomisine doğru yönlenen Rusya’nın günümüzdeki devlet başkanı Putin ve yarattığı Rusya’yı mercek altına alan bu kitapla, ülkenin belirsiz geleceği hakkındaki tartışmalar ve Amerika’yla olan ilişkileri açısından inceleyen bir çalışma sunmayı amaçladık. Rusya’da kaldığımız süre boyunca ülkeyi anlamamızı sağlayacak birçok farklı kesimden insanlarla tanışıp görüşme imkanımız oldu ve bu da kitabın gayet kapsamlı olmasını sağladı. Kitap, Kremlin’in Putin projesinin beklenmedik sonuçlarından biri olan masum çocukların katledildiği Beslan’la başlayıp Beslan’la bitiyor. Genel olarak Putin’in Rusya’sı ve Kremlin’in yükselişine geniş bir bakış açısıyla yaklaşıyor. Ayrıca Putin’in kariyerindeki dönüm noktalarından, Kursk denizaltısının batma felaketine, Putin’in ülkenin tek bağımsız televizyon kanalını ele geçirmesinden 2003 ve 2004’te yapılan gözetimli seçimlere kadar birçok konuyu ele alıyor. Ancak bu kitap sadece politika üzerine olmaktan çok Rusya’nın “haliyeti ruhiye”sini ortaya koymaya çalışıyor. İnsanların çoğunun siyasetle ilgilenmediği, yetmiş yıldır tek partili sistem nedeniyle hangi görüşten olursa olsun siyasi partilerin güven vermediği bir ortamda son yıllarda yeşeren mütevazı ama somut ekonomik gelişmeler halkın çoğunu en azından Putin taraftarı yapmaya yetebilmesi üzerinde duruyor. Çeçenistan savaşından ve savaş suçlarından bahsederken bir yandan da Moskova’nın değişen yüzüne ayna tutuyor.

    1991 Ağustosunda radikal Komünistlerin başarısızlıkla sonuçlanan ve Sovyetler Birliğinin parçalanma devinimini tetikleyen darbe girişimi üzerinden tam olarak on yıl geçmişti. Bundan böyle Rusya, on yıl boyunca hayatlarını acıklı şekilde değiştiren, Sovyet dönemi sonrası gerçeklerle yüzleşmeye çalışan koca bir aile gibiydi. Bazıları için yeni umutlar, geniş ufuklar ve iştah kabartan fırsatlar oluştu. Ancak eski bir sistemin yıkıntıları arasında ayakta kalmaya çalışan büyük çoğunluk, oldukça küçük bir kesimin yakaladığı fırsatları birer masal gibi dinlemekten öteye gidemedi.

    Sovyetlerin dağılma sürecinde Doğu Almanya’da gizli görevler üstlenmiş eski bir KGB ajanı, Rusya’nın Devlet Başkanı olmuştu. Başlangıçta ağzından demokrasi sözü eksik olmayan, fakat bir yandan da tüm demokratik kurumları yerle bir etmeye hazırlanan Vladimir Putin hakkında çok az sayıda insan bir şeyler biliyordu. Sovyetler dönemi sonrası geçen çalkantılı ilk on yıl sonrasında, Rusya’nın nereye doğru ilerlediğini ise neredeyse kimse bilmiyordu. Ekonomik krizlerle dolu, sarhoş Boris Yeltsin dönemi sona ermiş, Putin dönemi başlamıştı.

  • 27 Şub

    Çalkantılar Çağı – Yeni Dünyada Maceralar

    Alan Greenspan

    Bu kitap BOYNER YAYINLARI tarafından Türbülans Cağı adıyla yayınlanmıştır.

    11 Eylül 2001 günü, beni İsviçre’den Washington’a geri götürecek uçak havalanmıştı. Çok olmamıştı ki, gizli ajan Bob yanıma yaklaştı ve kulağıma “Sayın başkan, uçağın pilotu sizi kokpit’e davet ediyor. Dünya Ticaret Merkezi (DTM) kulelerine iki uçak çarpmış” dedi. Kaptandan, DTM’ye iki, Pentagon’a bir uçağın çarptığını ve bir diğerinin de kayıp olduğunu; Amerikan hava sahasının tamamen kapandığını ve Zürih’e geri döneceğimizi öğrendim.

    Dönüş yolunda telefonlar kilitlendi, zaten bilgi verebilecek herkes başka uçaklara binmişti bile. Pencereden dışarı bakarken bu eylemlerin daha büyük bir planın parçası olabileceği düşündüm. Merkez Bankası’ndaki durumu merak ettim. Pearl Harbor’dan beri Amerikan toprağında gerçekleşen ilk saldırının etkileri ülkeyi karmaşaya sürükleyebilirdi. Odaklanmam gereken konu, işin ekonomi tarafıydı.

    Merkez Bankası (MB) olarak, Amerikan ekonomisini felç etmek için ödeme sistemlerini devre dışı bırakmanın yeterli olacağı görüşündeydik. Bankalar umutsuzca fiziksel para transferlerine yüklenmeye mecbur kalır, iş dünyası takas (barter) anlaşmaları ve borçlanmaya başvururdu. Haliyle, ülkenin ekonomik faaliyetleri anında yerinde saymaya başlardı.

    ABD MB’sı, olası bir saldırı anında para akışını sağlayan iletişim ve bilgisayar altyapısının yedeklerini ülkenin dört bir yanına dağıttığında soğuk savaş yıllarıydı. Böylece radyasyondan etkilenmemiş yerlerde sistem kısa sürede tekrar faal hale gelebilirdi. 11 Eylül günü de Merkez Bankası başkan yardımcısı Roger Ferguson aynen bu sistemi devreye soktu.

    Saldırıların ekonomik sistemi doğrudan hedef almadığı, bunun daha çok “Kapitalist Amerika”ya karşı yapılan hain bir saldırı olduğu fikri ağır bassa da endişelerim vardı. Amerika gibi gelişmiş bir ekonomiye sahip ülkelerde insanların daima iletişim halinde olması, mal ve hizmet alıp-satması gerekir. İşgücü dağılımı öyle ince hesaplanmıştır ki, herkes yaşamını sürdürebilmek için iş hacminin varlığına muhtaçtır. Bireylerin ekonomiden çekilmeleri çığ etkisi yaratabilirdi. Ekonomik devinim ciddi şekilde yavaşlayabilir, sıkıntılar katlanabilirdi.

1 2 3 4 5 6