“Ne yapması gerektiğini bilen, nasıl yapılabileceğini bilen, yapmamakla ne kaybettiğini ve yaparsa ne kazanacağını bilen, ama yine de hiçbir şey yapmayan insanı eyleme geçmekten alıkoyan” bir tür psikolojik kanser diyor yazar.
Bu pandemi dönemi pek çoğumuz için aynı zamanda bir tembellik mazereti haline geldi.
Yazar Kitabının Adını “Ataleti Yenmek” (Tembellikle Mücadele Kitabı) koymuş.
Okuyun, hem sevecek hem de ciddi bir şekilde yararlanacaksınız.
Ben orta ve liseyi çok katı, disiplinli bir okulda okudum. Düzenli olmak beynimize kazındı. Disiplin birinci koşul idi. O sisteme hep itiraz ettim. Mücadele ettim. Defalarca okuldan kovulma tehlikesi atlattım. Şimdi uzun yıllar sonra okuduğum yılların süper zekâları başta olmak üzere hiçbir parlak öğrencinin olağan üstü bir başarıya ulaşamadığını o sistemin bizlerdeki yenilikçi ve yaratıcı yetenekleri köreltmekten başka bir işe pek yaramadığını üzülerek görüyorum.
Bu kitap belki de onun için bana çok ilginç geldi.
“Dağınıklığın Hayatlarımızı Değiştirme Gücü”
Her insanın kişisel deneyimi farklıdır.
Okuyun, düşünün, belki çok da haksız bir yaklaşım olmayabilir.
Hayatta en çok muhatap olduğum suallerin başında “Nasıl vakit buluyorsun?” suali gelir. Bu aynı zamanda bir iltifattır.
Ben de her seferinde “zamandan bol ne var” derim. Bu da dolaylı bir övünmedir. Çok mütevazi olma gerçek sanırlar misali.
Değerli Dost Halit Yıldırım, bu konuda Sn. Zeynep Oral’dan bir alıntı yapmış. Aynen tekrarlıyorum.
“Zamanlarını en kötü şekilde kullananlar, zamanın kısalığından en çok şikâyet edenlerdir” derken şu gerçeğin de altını çizmek gerekir; Ülkemiz toplumu olarak kitap okumayı sevmiyoruz. Bahanemiz ise her zaman aynı: Boş zamanım yok! İşte bu konuda Zeynep Oral’ın farklı bir değerlendirmesine göz atalım: “Boş zamanım yok ki kitap okuyayım, diyenlere benim yanıtım hep şöyle oldu: Zaman denilen şey çanak çömlek değil ki boşu, dolusu olsun! Zaman yaşanılan bir süreçtir. O süreci nasıl değerlendireceğimiz bize bağlıdır; boşaltırız da doldururuz da… Akıp giden zamanın en dolu olanı, okuyarak ‘geçirilen’ değil; okuyarak çoğaltılan zamandır.”
Bu 15 sayfalık özet bize zamanımızı daha etkin kullanma konusunda pek çok ipucu veriyor ama siz de bu konuda belirli sıkıntıları olan bir kişi iseniz, bu 200 sayfalık kitabı alıp bütününü okuyun derim.
Bu vesileyle akıp giden 2018 yılının iyi hatıralar bırakmış olmasını umut ediyor ve 2019 yılında zamanınızı “etkili” şekilde kullanmanızı temenni ediyorum. Herkesin yeni yılını kutluyorum.
En İçten Sevgi ve Saygılarımla
Uğur Yüce
Not: Bu konu ile direkt ilgisi olduğu için 2 yıl önce yapmış olduğum bir TEDx konuşmasının videosunu aşağıya ekliyorum. O video konferanstaki her iki önerim de de ısrarlıyım.
Şu bir gerçek ki, toplum olarak kitap okumayı sevmiyoruz. Bahanemiz ise her zaman aynı: Boş zamanım yok!
Zeynep Oral’dan okuyalım: “Boş zamanım yok ki kitap okuyayım, diyenlere benim yanıtım hep şöyle oldu: Zaman denilen şey çanak çömlek değil ki boşu, dolusu olsun! Zaman yaşanılan bir süreçtir. O süreci nasıl değerlendireceğimiz, bize bağlıdır; boşaltırız da doldururuz da… Akıp giden zamanın en dolu olanı, okuyarak ‘geçirilen’ değil; okuyarak çoğaltılan zamandır. Bütün bunları neden söyleme gereğini duyuyorum? Çünkü ülkem karanlıkla aydınlık, cehaletle bilgi arasında gidip gelmede… Çünkü Cumhuriyet ilkeleri tek tek hasıraltı edilirken bir yandan da cehalet yeniden üretiliyor… Çünkü çağdaş bireyler olmak yerine kul olma alışkanlığı tehditle, korku saçarak yerleştirilmeye çalışılıyor… Çünkü umut ile umutsuzluk fazlasıyla iç içe… Çünkü okumadan, düşünmeden, öğrenmeden geçen bir ömür gerçekten yaşanmış sayılamaz.”
“Connais Toi Toi Meme” Kendi Kendini Tanı
Socrate’a atfedilen bu deyiş aslında ünlü filozof için de bir alıntı. Delphes Tapınağı’nın ön cephesinde yer alan bu sözün ilk kim tarafından ifade edildiği ise bilinmiyor.
Socrate’tan sonra Nietzsche ve Kierkegaard’ın da kendi devirlerinde çok üzerinde durdukları bu deyim bir Macar asıllı Amerikalı Prof. Dr. Psikolog Mihaly CSIKSZENTMIHALYI tarafından çok anlamlı bir şekilde ele alınıyor.
“Hintlinin bir ineğe bakış açısı hiçbir şekilde bir kitabın ya da çiftçinin bakış açısı ile örtüşmez” demiş yazar.
Büyük Kanyon olarak bilinen obje nedir? Büyük Kanyon’u ziyaret eden bir rahip onu Tanrı’nın yeryüzündeki el işinin muhteşem bir örneği olarak tanımlayabilir. Bir kovboy Büyük Kanyon’u sığır gütmek için korkunç bir yer olarak görür. Bir sanatçı onu resmi yapılacak fevkalade bir alan olarak görür. Bir Yerbilimci kanyonu taş oluşumları üzerinde çalışmak için kusursuz bir yer olarak değerlendirir. Kayalara tırmanan biri bunu tırmanmak ve üstesinden gelmek için muazzam bir kişisel güçlük olarak görür. Bir antropolog bunu antik uygarlıklardan hazine eserler koleksiyonu olarak algılayabilir. Gözü pek bir dublör bunu bugüne kadar girişilmiş en büyük akrobasi sahnesi olarak görebilir. Görebileceğiniz gibi, gözlemcinin algısı gözlemcinin kendi varsayımlarına dayalıdır diyor Sn. Halit Yıldırım.
Hayatta her şey göreceli, düşünce de öyle. Michael Michalko bizi yaratıcılık konusunda şimdiye kadar düşünmediğimiz boyutlara taşırken ufkumuzu genişletiyor.